Günlük Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günlük Yazılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2013 Pazar

YUNUS BİR SÖZ SÖYLEMİŞ HİÇBİR SÖZE BENZEMEZ





5 Şubat 2013 Salı

Her gün birileri ölürken...



Her gün birileri ölürken, ne söylenebilir? Ne yazılabilir?
Ölen önemli, tanınmış, sevilen biriyse yokluğunun dünyada ve yaşamımızda bırakacağı boşluğun acısıyla merhuma methiyeler düzülebilir… Düzülüyor da…

Bir süredir burada herhangi bir yazı paylaşmıyorum. Takip edenler farkındadır. Fakat şöyle bir baktığımda fark ettim ki en son yazım Erol Günaydın’ın ölümüyle ilgiliydi… Sonra ne çok kıymetli insan öldü… Hepsiyle ilgili bir iki satır bir şey karalamak mümkündü. Ama yapmadım. Sonra aylar önce çok önemli bir ressamımızın, çok önemli bir tablosu hakkında yazdığım yazının on binlerce kişi tarafından tıklandığını, belki de okunduğunu gördüm. Şaşırdım. ( özellikle ressamın ve eserin adını yazmıyorum. Yazarsam arama motorlarında bulunacak ve bu yazı yine sırf içinde o adlar geçiyor diye tıklanacak.)  
Kaybedilen kişi hakkında duygusal bir yazı yazmak da enikonu bir işe dönüştü ne yazık ki son günlerde. Hatta ölenle en son röportajı yapmak, ölen hakkında yakın zamanda bir kitap yazmış olmak ne yazık ki medyada bir “şans” olarak algılanır oldu. Bu nedenle yaşı kemale ermiş mühim kişilerle hiçbir vesile yokken, sırf “yakında Hakk’ın rahmetine kavuşursa kullanırız.” Zihniyetiyle yapılan çalışmalar bile var… Elden geldiğince bu sistemin dışında durmak isteyenlerdenim. Yoksa şahit olunan ölümler tabii ki ben de üzüyor. Fakat bundan böyle ölen birinin ardından bir yazı yazmamak niyetindeyim. Yaşayanlar hakkında, yaşarlarken yazmak ne kadar önemli.
Ölüm hayatın gerçeği… Kıymetli, özel, değerli insanlar da ölüyor, karaktersiz, kötü, aşağılık yaratıklar da… Belki de bir te ölüm karşısında hepimiz eşitiz.
Hiçbirimiz ölümsüz değiliz.
Belki de bir başkasının ölümüne yalnızca bir ölümsüz gerçekten üzülebilir. Gençlerin zamansız ölümlerinden söz etmiyorum. O bambaşka bir yazının konusu.
Sözün özü; yaşanan ölümler ve yazılan ölüm yazıları sonucunda bir karar verdim. İnsan eğer yazacaksa yaşamak hakkında yazmalı… Ben de öyle yapacağım…

26 Eylül 2012 Çarşamba

"Bazıları ışığın, bazıları gölgenin peşine düştü" İyi ki doğun T.S. Eliot…

T.S. Eliot




Thomas Stearns Eliot, (26 Eylül 1888 – 4 Ocak 1965) ABD doğumlu İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmenidir. Ekspresyonisttir. The Love Song of J. Alfred Prufrock, The Waste Land ve Four Quartets adlı şiirleri 20. yüzyıl modernist şiirinin en başarılı örneklerindendir.
Missouri'de doğdu. Harvard Üniversitesinde okudu. Daha sonra İngiltere'ye yerleşti, evlendi ve bir bankada memur olarak çalıştı. Anglikan mezhebine geçti ve daha sonra şiirlerini yayımladığı Faber and Faber yayınevini kurdu. Londra'da 1965'de öldü.

Klasik kültürün malzemesini şiirde çok fazla kullanır. XIX. yüzyıl şiirindeki şen, iyimser ve umut dolu havaya karşı bir ayaklanmayı temsil eder.



Kedileri Adlandırmak
Kedileri Adlandırmak zor meseledir,
Tatil oyunlarınızdan biri kesinlikle değildir;
Bir kedinin ÜÇ DEĞİŞİK ADI olmalı dediğimde
Bir zırdeli olduğumu düşünebilirsiniz önce.
Aile arasında günlük kullanılan adlar vardır öncelikle,
Peter, Augustus, Alonzo ya da James gibi,
Victor ya da Jonathan, George ya da Bill Bailey gibi –
Bütün bunlar makul gündelik adlardır.
Eğer kulağınıza şirin gelirse daha göz alıcı adlar da vardır,
Bazıları centilmenler, bazıları da hanımefendiler için adlardır:
Plato, Admetus, Electra, Demeter gibi –
Fakat bütün bunlar makul gündelik adlardır.
Ancak demem o ki, bir kedinin hususi bir adı olması gerektiğidir,
Kendine has ve daha kellifelli bir adı olmalıdır,
Yoksa nasıl dik tutabilir kuyruğunu,
Ya da yayabilir mi bıyığını, ya da okşayabilir mi gururunu?
Bu tür isimler arasında şunları yeterlice sayıyorum,
Munkustrap, Quaxo, ya da Coricopat gibi,
Bombalurina, ya da olmazsa Jellylorum –
Bu adları asla taşıyamaz bir tane kediden başkası.
Fakat bunların haricinde hâlâ bir ad daha vardır ki,
Asla tahmin edemezsiniz bu adı;
Bu adı hiçbir insan araştırması keşfedemez –
Ancak KEDİNİN KENDİSİ BİLİR, ve bunu hiç ifşa etmez.
Engin bir tefekkür içinde görürseniz bir kediyi,
Hep aynıdır, efendime söyleyeyim, bunun nedeni:
Aklı meşguldür esrimeli bir dalgınlıkla
Düşünmekten, düşünmekten, düşünmekten kendi adını:
Tarifsiz tarifli
Tarifi imkansız
Derin ve esrarlı tekil Adı’nı.

T.S.Eliot (1888-1965)
(1948 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

27 Temmuz 2012 Cuma

Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok…


Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok…

ERICH MARIA REMARQUE

Remarque’ın bu romanı günlerdir elimde… Dönüp dönüp birçok yerini tekrar tekrar okuyorum… Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok ( Im Westen nichts Neues) ilk kez Almanya'da 1929’da yayımlanmış ve o yıl 26 dile tercüme edilerek büyük bir şöhrete kavuşmuş. Günümüze kadar da 50 dile tercüme edilmiş ve yaklaşık 20 milyon satmış. 1930 yılında Lewis Milestone, romanı aynı adla sinemaya uyarlamış.  Nazi dönemi Almanya’sında 1933 yılında gerçekleşen "Kitap yakılması" eylemlerinde bu roman da yakılmış.

Romanla ilgili yazılacak, söylenecek çok şey var aslında. Ama ben bunu yapmak yerine romandan muhteşem bir bölümü paylaşmak istiyorum sizlerle… Dünyanın dört bir yanında kan gövdeyi götürürken ve hala birileri savaş çığırtkanlığı yapmaya devam ederken Remarque’ın satırları savaşın manasızlığını şahane bir biçimde ortaya koyuyor çünkü…

24 Temmuz 2012 Salı

YAZARLARDAN YAZARLIK SIRLARI



                                    John Updike: "Yazmak dışında da bir kariyeriniz olsun."

14 Temmuz 2012 Cumartesi

YANIYORUZ!!! Sıcakların psikolojik etkileri…


Sıcakların psikolojik etkileri


Uzmanlar aşırı sıcakların ve nemin anlayışı ve hoşgörüyü ortadan kaldırdığını söylüyorlarmış. Laf… Bıkkınlık, isteksizlik, refleks zayıflığı bunlar tamam da ben bu sıcaklarda tam da plazma kıvamında olanlardanım…

GUSTAV KLİMT… ÖPÜCÜK… DANAE…BİR KADININ ÜÇ ÇAĞI


Gustav Klimt’in en ünlü resmi belki de Öpücük’tür. Yıllar önce bu resmin yatak odasına yakışacağını düşünürdüm. Sonra birçok yatak odasında hatta otel odalarında reprodüksiyonlarına rastlayınca bunun pek de iyi bir fikir olmadığını anladım.
Öpücük Gustav Klimt

7 Temmuz 2012 Cumartesi

PÜF NOKTASI



Püf Noktası

Kimimiz yaptığımız işi fazlasıyla ciddiye alırız. Tabii ki yapılan her iş ciddiye alınmalı ama her konuda abartmanın da pek anlamı olmasa gerek. Örneğin konserve açan birini düşünün mutfakta. Yüzündeki ifadeyse Mars’a roket gönderecek bir bilim adamınınkinden farksız. NASA’daki uzay bilimcinin öylesine ciddi olması doğal. Çünkü her şey ince hesaplara dayanıyor bu işte. Binlerce insan yıllarca uğraşmış, hesaplar deneyler yapmış. Hem öyle ha dedin mi gidilmiyor Mars’a. Yani Mars’a gidememe ihtimali de var. Ama o konserve kutusunun açılmama ihtimali herhalde o kadar yüksek değildir.

AMAN ORMANCI, CANIM ORMANCI…


Aman Ormancı, Canım Ormancı

Radyo Kulübü’nde kimi günler sevgili dinleyicilerimiz türkü dinlemek isterler. Biz de arka arkaya birbirinden güzel türküler çalarız.  “Ormancı Türküsü” de çok istek alan türkülerden biri… Ben de çok severim. Hele Müzeyyen Senar’ın yorumuyla oldu mu bayılırım. Türkü dramatik bir hikâye anlatır. Bütün türküler gibi gerçekten yaşanan acı bir olay üzerine “yakılmış”… Doğru ya, türkü bestelenmez, yakılır. Değirmenci Tahir Usta yakmış Ormancı Türküsünü…Temmuz 1946'da Muğla'nın Gevenes (Çaybükü) köyündeki Belen Kahvesinde yaşanmış olaylar.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

HIGGS BOZONU ve ŞARKISI


HIGGS BOZONU ve ŞARKISI

Cern’de yapılan uzun soluklu deneylerin sonucunda Higgs parçacığının yani Tanrı Parçacığı’nın bulunmuş olma ihtimali haberi tam da kandil gününde çıkıyor karşımıza. İlginç bir rastlantı… Kandil kandil proton çarpıştırmak caiz midir bilemem. Fakat şöyle de diyebilirsiniz, “ Haydi elin bilim insanı çarpıştırdı. Sen niye kalkıp yazı yazıyorsun?” Haklısınız ama tutamadım kendimi.

10 Haziran 2012 Pazar

DEM…


DEM…


Dem, kan, zaman...


Bu yazı bu sayfadaki takipçilere ( hala herhangi bir takipçi kaldıysa…) yaptığım bir açıklama, verdiğim bir rapor olarak değerlendirilsin istiyorum.  Bir süredir günlük yazılara ara vermiştim. Bu planlanmış bir şey değildi. Gazetelerde olduğu gibi, “Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazısını yayınlayamıyoruz.” türünden bir şey yazsam mı diye de düşündüm, yazı yazmadığım günlerde… Fakat izinde ya da tatilde de değildim.

26 Nisan 2012 Perşembe

RADYO GÜNLERİ "RADIO DAYS"


Ben televizyon sevenlerden değilim. Genelde herkese de televizyon izlememeyi tavsiye ederim. Dramafon Radyo Oyunu ve Ses Kültürü Derneği kuruluş çalışmaları sırasında ilk sloganımız şöyleydi;





Fakat bu akşam sizlere televizyon izlemenizi tavsiye ediyorum. Bu akşam 22.00’de CNBC-E’de  Woody Allen 'ın Radyo Günleri “Radio Days”  adlı başyapıtı var.


18 Nisan 2012 Çarşamba

Sisyphos Söyleni'ne inat bir “Payeng Söyleni”


ADAMIN BİRİ…


Aiolos'un oğlu Sisyphos’un hikâyesini bilirsiniz… Hani Asopos'a, kızı Aigina'nın Zeus tarafından kaçırılmış olduğunu söyleyerek Zeus'u ele veren Sisyphos… Ölüler Ülkesine götürülen ama kaderine katlanmak istemeyen Sisyphos… Sonsuza dek sürecek bir ceza verilir sonra Sisyphos’a… Büyük bir kayayı yuvarlayarak yüksek bir tepenin zirvesine çıkartmak… Fakat bin bir çabayla zirveye her çıkarttığında o kaya tekrar aşağı yuvarlanacaktır. Sisyphos da her seferinde yine kayayı “sonunda aşağı yuvarlanacağını bile bile”  zirveye taşıyacaktır…

Albert Camus (1913–1960) 1942'de  “Sisyphos Söyleni” ( Le Mythe de Sisyphe) adlı bir deneme kitabı yayınlar. Kitapta bireyin bir yaşama nedeni bulunmadığını keşfedişiyle, her türlü günlük çalışma ve acının içinde kökleştirdiği uyumsuzluk duygusuyla, yaşamın gülünçlüğünün bilincine varmasıyla birlikte, gerçekten ciddi tek felsefi sorunun intihar olduğu vurgulanır.
Yani Albert Camus’ye göre günümüz insanı Sisyphos gibidir biraz… Hayatlarımız, amaçlarımız, plan ve projelerimiz, gelecek tasavvurlarımız bu ölümlü dünyada birer saçmalıktan ibarettir.

Kısaca; “Hepimiz Sisyphos’uz, hepimiz Absürdüz…”


Ben günümüz gerçekliğinin absürde tekabül ettiğine inananlardanım. Gündelik yaşam pratiğine ait bütün “büyük” çabalarımızın sonuçta saçma olduğunu düşünürüm. Bununla birlikte bazen hayatta öyle şeylerle karşılaşılır ki insan bildikleriyle açıklayamaz olup biteni…

 Hindistan’da adamın biri tıpkı Sisyphos gibi anlamsız bir işe girişmiş, bundan tam otuz yıl önce…

Belki de dünya böyle adam gibi adamlar sayesinde hala dönmeye devam ediyor. Gazetelerde küçük bir haberle adı ve yaptıkları anıldı… Haberi okuyanların aklında şöyle bir cümle kaldı; “Adamın biri otuz yıl boyunca her gün bir fidan dikerek koskoca bir orman oluşturmuş…”

Bundan tam otuz yıl önce Hindistan’da bir sel felaketi yaşanıyor. O felaketi yaşayan insanlar arasında 17 yaşında bir delikanlı da var. Adı Payeng… Payeng, sel suları çekildikten sonra üzerinde ağaç olmayan yerlerde hayatın tamamen son bulduğunu görüyor. Ve o yaşında kendi hayatının gerçek anlamının ne olduğunu fark ediyor. Bitkiler ve ağaçlar yoksa bu dünya üzerinde hayat olamaz. Payeng’in 17 yaşında kendi gözleriyle gördüğü bu gerçeği hepimiz biliyoruz aslında. Ama Payeng bizlerden farklı. O, kendi gözleriyle gördüğü bu gerçekten ders alıyor ve hayatını gerçekten de ulvi bir amaca adıyor. Her gün bir fidan ekerek başlıyor önce işe… Onu görenler alay ediyor önce…  Git diyorlar, adam gibi bir iş bul kendine… Ama Payeng pes etmiyor… Kimseye kulak asmıyor. Her gün tek tek ağaç dikiyor. O ağaçları kendi elleriyle suluyor. Toprağı canlandırmak için uzaklardan kırmızı karıncalar getiriyor. Sonunda tam otuz yıl içinde bütün canlılarıyla birlikte yaşayan 1.360 dönümlük bir orman oluşuyor.
Jadav Molai Payeng şimdi 47 yaşında… Onun hayatını okuyunca yeni bir şey öğreniyoruz biz de. Demek ki bir insan ömrü o kadar da kısa bir süre değil.

“Sisyphos Söyleni”ne inat bir “Payeng Söyleni” yazılıyor demek ki Hindistan’da…
Yazılsın...

(Bu arada merak edenler Payeng'in sayfasını da ziyaret edebilir.)

16 Nisan 2012 Pazartesi

FACEBOOK’TAKİ ÖLÜLER…


FACEBOOK’TAKİ ÖLÜLER…

Belki de az önce Facebookta bir ölüyü dürttünüz… Ya da resmine, ilgi alanlarına bakıp arkadaşlık isteği gönderdiğiniz kişinin hala teklifinizi yanıtlamamasının nedeni aslında kendisinin hakkın rahmetine kavuşmuş olması… Bunlar olmayacak şeyler değil. Çünkü dünyanın en yaygın sosyal medya ağı olan Facebook'ta 5 milyondan fazla hesabın vefat etmiş kişilere ait olduğu tahmin ediliyormuş. O zaman Facebook’un yeni bir hizmete başlaması gerek bence. Online, offline terimleri gibi bir de “dead” or “alive” seçeneği sunmalı insanlara… Bu tek başına yeter mi? Yetmez. Bir de dijital “Ruhuna Fatiha” butonu olmalı. Kişi dilediğinde mevtaya Facebook üzerinden bir Fatiha’yı esirgememeli…
Apple ve Pixar şirketlerinin efsanevi kurucusu rahmetli Steve Jobs şöyle demiş;
"Kimse ölmek istemez. Hatta cennete gitmek isteyen insanlar bile oraya gitmek için ölmek istemez. Ama ölüm hepimizin ulaşacağı son menzil… Kimse ondan kaçamaz. Olması gereken de bu, çünkü ölüm kesinlikle bu hayatın en iyi icadı. Çünkü ölüm hayatı değiştiren en büyük araç…"
Mesela ben rahmetli Steve Jobs’un 59.503 takipçisinden biriyim. Demek oluyor ki insanlar mühim birini öldükten sonra da takip edebiliyorlar.
Facebook’ta sağ tarafta arkadaşlarınızla ilgili güncellemeleri görebiliyoruz. Şöyle iletiler görüyoruz bazen “Arkadaşın ilişki durumunu güncelledi. Artık Ayşe’nin ilişkisi var…” Böyle iletiler görünce seviniyoruz. “Mutluluklar.” Falan diliyoruz arkadaşlarımıza. Facebook’un aynı hizmetinin “ Ölü” ve “Diri” için de uyguladığını bir düşünsenize… “Arkadaşının hayatla olan bağları güncellendi” Artık arkadaşın “ Ölü...”
Böyle bir şey söyleyecekse de alıştıra alıştıra söylemeli Facebook…Ama yapmaz...

Peki kullanıcının vefat etmesi durumunda sosyal medya platformları ne yapıyor?

Facebook, vefat eden yakınlarının hesabını kaldırmak isteyen birinci dereceden akrabaların isteklerini bir başvuru formuyla işleme alıyor. Bu işlem sonunda vefat eden kişinin profili ve ilişkili tüm içerikler Facebook'tan tamamen kaldırılıyor. Veya vefat edenlerin profilleri bir anı sayfasına dönüştürülebiliyor. Başvuru formuna
adresinden ulaşılabilir.

Vefat etmiş bir Twitter üyesinin hesabının kaldırılması için Twitter'a e-mail veya posta yoluyla başvuru yapılabiliyor.

***
GOOGLE
Google, vefat etmiş kullanıcıların hesaplarına erişmek isteyen akrabalara yetki veriyor. Hem vefat eden kişinin hem de başvuruyu yapan kişinin bilgilerinin posta veya faks yoluyla şu adrese göndermek gerekiyor;

15 Nisan 2012 Pazar

İYİ Kİ DOĞDUN DA VİNCİ! BUGÜN DÜNYA SANAT GÜNÜ…



Da Vinci’nin doğum gününü bütün dünyayla birlikte bu yıl ilk kez “ WORLD ART DAY “ (Dünya Sanat Günü) olarak kutlayacağız. “Peki, kimin aklına geldi böyle bir günün kutlanması?” diye sorabilirsiniz. INTERNATIONAL ASSOCIATION OF ART (IAA)’ın geçen yılki toplantısında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği Başkanı Bedri Baykam, büyük Rönesans sanatçısı Leonardo Da Vinci’nin doğum günü olan 15 Nisan tarihinin her yıl “WORLD ART DAY “ ( Dünya Sanat Günü) olarak kutlanmasını önermiş. Bu teklif üzerine UNESCO’ya bağlı örgüt, 15 Nisan tarihini resmen Dünya Sanat Günü ilan etmiş.

13 Nisan 2012 Cuma

YANDIK! BUGÜN 13. CUMA…




Şimdi, “Mübarek Cuma günü bu yazı da nereden çıktı?” demeyin. Twitter'da toptweet oldu. Peki, bu yıl daha kaç tane 13.Cuma var dersiniz?
13 Ocak da cumaydı. Bugün 13 Nisan ve günlerden Cuma…
Bu yıl için bir de 13 Temmuz 2012 var… O da cumaya denk geliyor.


12 Nisan 2012 Perşembe

GEL DE OKUMA… EN ETKİLEYİCİ BAŞLIK…




Bir yazıda başlık ne kadar önemlidir… Bir kere teknik olarak başlıksız bir yazının ne kadar iyi ve önemli bir yazı olursa olsun sanal âlemde okunma ihtimali yok denecek kadar az. Aynı zamanda şahane bir başlığın altına ipe sapa gelmez saçmalıklar yazılsa bile birçok kişi tarafından, okunmasa bile en azından tıklanacağı garantidir. Edebiyatta bazı tabirler vardır. Başlığın metni aydınlatan kandil olduğunu söyleyenler, başlığın metnin ya da eserin İmam-ı Âzam’ı olduğunu savunanlar olmuştur tarih boyunca.   Öyle başlıklar vardır ki insan bir yerde rastladığında o yazının devamını okumadan duramaz.  Başlık müstakbel okuru büyüler, çeker…

Aslında bu sanat, başlık atma sanatı daha çok gazetecilerin sanatıydı son yıllara kadar. Ama artık blog yazarları da çok kişi tarafından okunmak istiyorlarsa çarpıcı, çekici başlıklar atmak zorundalar.
İnsan önce başlığı görüyor, o başlık ilgisini çekerse yazının devamını okuyor ya da okumuyor. Bu nedenle başlıklarla yazılar arasındaki uyumsuzluk da gün geçtikçe artar oldu. Çünkü amaç o başlıkla, ortalıkta gezinen internet kullanıcısını bir şekilde çekmek ve sayfayı tıklamasını sağlamak. O kadar. Artık marketlerdeki ürünlerin ambalajları neyse blog yazılarının başlıkları da o…

Başlık çarpıcı olmalı, hayatın sırlarını açıklamalı. Öyle mütevazı olmamalı.  Ama gel de 500 sözcükte açıkla o sırları. Bir blog yazarı o çok iddialı hayat sırrını biliyorsa sizinle bu kadar kolay paylaşır mı dersiniz?
Benim çok merak ettiğim şeylerden biri de blog okurlarının bu çarpıcı başlıklarla verilen kıymetli bilgileri hayatlarında tatbik edip etmedikleri… Mesela “Flört Etmenin 10 Maddelik Raconu” başlıklı bir yazıyı okuyan delikanlı bir sonraki flörtünde bu maddelere harfiyen riayet ediyor mu? Ya da “Evlilikte Sağlıklı Cinsel Yaşam için sekiz püf noktası” “ Evliliği Daha Ateşli Hale Getirmenin 34 yolu…” gibi yazılar okunduğunda akşam kaç evde bu püf noktaları ve yollar akla geliyor. Bir de evlilik dediğimiz şey iki kişi arasında yaşanıyor. Diyelim ki bunlardan biri yazıyı okudu diğeri okumadı… Püf noktaları ve sihirli yollar hayata geçirilirken iletişim sorunu yaşanabilir.
Kimimiz bu başlıkları “ Aaa, tıpkı ben!” ya da “Tıpkı bizim Murat!” demek için tıklıyoruz belki de. “Erkeklerin Vazgeçmek İstemediği 77 Yalan!”, “ Kadınları utandıran 100 soru…” gibi başlıkları tıkladığımızda karşımıza çıkan yazıyı böyle bir duyguyla okuyoruz. Bize ya da yakınlarımıza uygun maddeler varsa “normal” olduğumuzu onaylayıp mutlu oluyoruz herhalde… Belki de “Bakalım blog yazarı doğru söylüyor mu?” diyerek örneğin kadınları utandıran o soruları en yakınındaki kadınlara doğrudan soranlar da vardır. Bilinmez.

Fakat hiç suçu olmayan masum insanları zan altında bırakan tehlikeli başlıklar da var bence. Blog yazılarını fazlasıyla önemseyip hayatın şifrelerini oralarda arayanları patlamaya hazır birer bombaya dönüştürebilecek başlıklar da yok değil…
“Yanlış Evlilikler”,  “Aldatan Kadının İşaretleri”, “ Erkeğinizin sizi aldattığını şıp diye anlamanın 99 yolu”, “Burçlara Göre Aldatma Nedenleri”… Allah aşkına söyleyin; sizce de bu başlıklar biraz tehlikeli değil mi? Kim bilir o blog yazısını okumadığı için her şeyden habersiz kaç eş ya da sevgili yersiz yere itham edilmiştir böylesi yazılar yüzünden…
Belki de bu yüzden  bu yazı dâhil birçok blog yazısını o kadar da ciddiye almamak gerek…

10 Nisan 2012 Salı

HALİL CİBRAN... Oklar ve Yaylar…




Yaşam öyküsünü okuyup garipsediğimden midir yoksa kötü çevirilerle birkaç şiiriyle karşılaştığımdan mıdır bilinmez Halil Cibran şiirlerinden pek tat alamayanlardandım. Düne kadar fazla şiirini okumuş da sayılmazdım. Fakat dün Halil Cibran’ın Tanrı Elçisi (Nebi) adlı meşhur kitabı elime ulaştı. Cahit Koytak çevirisiyle Kapı Yayınları’ndan çıkan kitabı eve dönüş yolunda bir solukta yarıladım. Gece de elimden bırakamadım.
Aslında ben akıl veren, kendince yol gösteren, hayatın ve yaşamın “gizli” sırlarını okura yukarıdan bakan bir üslupla açıklayan şiirlerden pek hazzetmem. Şiir kendi başına bir söz ve varlıktır benim için… Bence büyük büyük laflar etmek şiire yakışmaz. Fakat Cahit Koytak’ın Taraf Gazetesinde pazartesi günleri yayınladığı şiirleri severek takip edenlerdenim. Hala habersiz olanlar, günlük gazetede şiir olur mu diyenler varsa Cahit Koytak’ın dizeleriyle seslenmek isterim onlara;

8 Nisan 2012 Pazar

MARSLILAR İSTANBUL’U İŞGAL ETTİ!



Bugün hava şahaneydi İstanbul’da. Biz de ailece hava almak için çıktık, dolaştık. Topkapı’da surların dibinde belediyenin tesisinse gittik. Gülhane parkında dolaştık. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca İstanbullu da bizim gibi yaptı. Her yer iğne atsan yere düşmez, öyle kalabalıktı. Yeni Cami’ye gittik… Mısır Çarşı’sında dolaştık. Kuyruğa girip bekledik, mis gibi kokan yeni çekilmiş kahve aldık.

AŞKI NEREDE ARAMAK GEREK?


AŞKI NEREDE ARAMAK GEREK?

YA DA ERKEKLER İÇİN “ AŞKTAN” KORUNMA KLAVUZU…


Baharla birlikte çok okunan kadın dergileri çok ciddi araştırmalar yapıp bulguları okurlarıyla paylaşıyorlar. Günümüz modern dünyasında okurlarına bekâr erkeklerle tanışma fırsatı bulabilecekleri en doğru yerleri anlatıyorlar. Herkesin maksadı aynı; “Bay Doru”yu bulmak… Sanki Çevre ve Orman Bakanlığı 2011–2012 Av Dönemi, Merkez Av Komisyonu Kararı açıklanıyor… “Bay Doğru” iseniz vay halinize…

İşte  “Bay Doğru”nun bulunabileceği yerler.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...